MÜNİP ÖZBEN

Münip Özben (1932 - 2005)

 

Münip Özben 1957 yılında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Resim Bölümü'nden mezun olmuştur.  Akademide Halil Dikmen, Cevat Dereli ve özellikle Zeki Kocamemi’nin eğitimiyle yetişen Münip Özben ilk defa 1957’de Zeki Kocamemi’nin öğrencilerinin açtığı sergiye iştirak etti. 1959 yılında ilk özel sergisini gerçekleştirmiştir. 1960 yılında ikinci defa yeni eserlerini sergiler. 1965 yılında sanatçı üçüncü özel sergisini Fransız Kültür Merkezi salonlarında açmıştır. 1960 yılından itibaren her yıl Devlet Resim ve Heykel Sergilerine birkaç tablosuyla katılım sağlamıştır. Milli Kütüphane’ye 1959 yılında girerek Resim ve Heykel bölümünü kurdu ve burada güçlü bir resim arşivi meydana getirmiştir.¹ 

Zeki Kocamemi atölyesini 1957'de bitiren Münip Özben'in ilk dönem çalışmaları Yapısalcı (Konstrüktivist) bir anlayışın izlerini taşır. Dönemin genel havasına uyan çıplak figür düzenlemeleri ve ölü doğalar sıralamada hemen göze çarpan konulardır. Daha geniş bir perspektif içinde değerlendirmek gerekirse, Özben'in sanat yaşamı, toplumcu gerçekçi anlayışta dönüşümlerin yeniden ortaya çıktığı döneme denk düşer. Bir kez bu dönem toplumsal çalkantılarının en yoğun olduğu bir zaman dilimidir. Sanatçı da söz konusu olaylardan payına düşeni alarak sorunu, kendi iç dünyasına eğilmekte bulacaktır. Ancak başlangıçtaki katı kompozisyon anlayışı giderek daha özgür renk ve biçim arayışlarına yerini bırakacaktır. Bilindiği gibi toplumcu gerçekçi anlayıştaki sanatçılar 1940 ve 50'li yıllarda Non-figüratif sanata yönelmişlerdir. 1960 sonrası ise yeni düzenlemelerin yarattığı ortamda figüratif anlayış, bir kez daha sanatçıların yöneldiği bir biçem olarak karşımıza çıkar. Özben'in sanatsal çıkış ve dönüşümünü incelerken, toplumdaki değişimleri anımsamak, olayların açıklanması bakımından daha iyi sonuçlara ulaşmamızı sağlayacaktır. Figür-mekân ilişkisinin çözümlenmesi yolunda hayli başarılı olan ilk dönem yapıtlar, bir anlamda anılan akımın Tatlin'le başlayan serüveninin Hoffman ve Zeki Kocamemi'den geçerek Ankara'ya ulaşan örnekleri gibidir. Bireysel açıdan bir aktarma biçiminde yorumlanabilecek bu hareket, sanatın, zaman içindeki yayılmacı yapısını gözler önüne sermesi bakımından ilginçtir. Her gelişmede olduğu gibi sanatçının 35 yıllık sanat çizgisinde değişimler göstermesi son derece doğal karşılanmalıdır. Bu bağlamdaki son iki serginin retrospektif bir özellik taşıdığını söylemek konuya bakışımızı daha da netleştirebilir. Gerçekten, Özben'in yakın tarihli çalışmalarındaki anlayış, öncekilere göre daha özgür renk ve biçimlerle kendini ele veriyor. Kimi zaman Mevleviler, Balerinler gibi özel konulara yönelse de gündelik yaşama girmiş sıradan mekân ve nesneler, sanatçının çoğunlukla tuvalin yansıttığı konular arasında geliyor.